28 Şubat 2010 Pazar
kaç yıl geçti aradan ayrı ayrı?
13 yıl geçmiş.
biz daha ilkokul bebesi iken kalkışmışlar ''cumhuriyetin laik hüvviyetini'' korumaya.
1. vazifeleri o imiş.
irtica pkk dan bile tehlikeli imiş. hem de ne zaman sene 95'te.
mehmetçik daha yeni 50.000 kişi kuzey ırak'a girip dönmüşken.
balansı yapmışlar ve laikliği korumuşlar hem de ne için:
''Atatürk Cumhuriyeti'nin laik hüvviyetini korumak'' için.
Ama gel gör ki, o laiklik muhafızlarının en önde gelenlerinden birinin oğlu varmış ki;
asi mi asi, çılgın mı çılgın, söz dinlmez mi söz dinlemez.
ama yook. söz de dinlermiş, aslında bu işe girerken babasına da danışmış.
babacığı da ona:”Tabii gir, güzel bir şey, kötülüğü yok“ demiş.
hikayemizin kahramanı, atatürk'ün bizzat kapatılamasını istediği ''mason loca''larına üye olmuş.
hem de ne için:
''Ben kendimi geliştirmek, entelektüel düzeyimi artırmak, daha iyi insan olmak için girdim.
Amacımız, ham taşı küp haline getirmektir, pürüzsüz hale getirmektir.
Bu, kendi kendinizle hesaplaşıp kötü yanlarınızı ortaya çıkarıp törpülemeniz içindir.''
ah benim güzel ülkem ah!.
kendi insanına ,milletine namaz kıldığı, oruç tuttuğu, başörtüsü taktığı için pkk'dan daha tehlikeli muamelesi yapacaksın,
ama bunu yapan tosuncukların oğulları 'iyi bir insan olmak kendini geliştirmek için'
mason olacak, hem de yukarıdaki pkk'dan daha tehlikeli raconunu kesen tosunun öğütleriyle.
1000 yıl sürecek(sanki malazgirt zaferi kutlamaları) 28 şubat'ın 13 .yılında vatan gazetesinde güzel bir röportaj yapılmış.
kısmi alıntılar yaptım, yukarıda. beğendiğim bir kaç yeri daha alacağım.bakalım kimlerin dayılığında ne günler görmüşüz görelim.
''Ama laiklik çok önemliydi onun için, ondan hiçbir zaman ödün vermedi. Bu konuda hiç yumuşamadı.''
(aman taviz verme yoksa anında sızar bu keneler!!!, bu halk denilen cahiller !!! topluluğu.azap.)
'' Laik oldun mu dinsiz gibi gösterirlerdi, o 28 Şubat döneminde de. Oysa ki bilirim her gemide bir Kuran vardır. Babam orucunu da tutardı, içkisini de içerdi. Ramazan ayında ibadetini de yapardı.''
(ulan bari bu milletin aklıyla dalga geçmeyin, ramazan , din kelimesi geçti mi hain damgası, mürteci damgası vurup milletin gözbebeği ordudan ihraç ediyordunuz, veya başka kurumlarda işten attırıyordunuz.azap.)
''* Neden bu kadar kuvvetli bir şekilde irticanın geleceğine inanıyordu. Babanızı bu kadar korkutan şey neydi aslında?
96 Ocak’ta, Herkes PKK’dan yakınıyordu, babam “İrtica Türkiye için PKK’dan daha büyük tehlike” demişti. Buna çok inanıyordu. “Bir parti yüzde 50’nin üstünde oy bile alsa, demokrasinin kuralları uygulanacak diye şeriata dayalı bir din devleti kurulmasına hiç kimse göz yummaz. Halk bunu askerden ister. Umarım işler bu raddeye gelmez” derdi. Hatta hatırlıyorum, darbe olacak korkusu yayılmıştı o sırada, babam darbe yanlısı biri değildi ama bu korkunun işe yaradığını düşünmüştü. ''
“Masonum. Özgür Masonlar grubu vardır, oradayım. Başka bir grup daha var. Aynı mantık ama yöntemlerimiz farklı. Ben 2000 yılında girdim. Ölmeden önce babama da sordum, ”Tabii gir, güzel bir şey, kötülüğü yok“ dedi. Kendisi değildi ama muhtemelen arkadaşları vardı. Ben kendimi geliştirmek, entelektüel düzeyimi artırmak, daha iyi insan olmak için girdim. Amacımız, ham taşı küp haline getirmektir, pürüzsüz hale getirmektir. Bu, kendi kendinizle hesaplaşıp kötü yanlarınızı ortaya çıkarıp törpülemeniz içindir. Kendinizi eğitiyorsunuz. ”Masonum denmez aslında. Bu gelinebilecek en büyük mertebe, öyle hemen Mason olamazsınız. Olmaya çalışırsınız, işin felsefesi bu. Tassavvufa benzer yanları vardır. Toplantılar yaparız. Her seferinde bir konu seçilir. Biri o konuyu araştırıp anlatır. Ahilik, sabetaycılık gibi, ben genellikle Atatürk’ü çok merak ederim, bu konuda araştırıp konuşma yaparım. Bir ritüeli, bir şekli var. Bir açılış yapılır.”
(vaayy be!!, dini yaşamak, dindarlık yasak, ama masonluk serbest. ne güzel istanbul.azap.)
röportaj linki:
http://pazarvatan.gazetevatan.com/haberdetay.asp?hkat=1&hid=15100&yaz=Sanem%20Altan
başlamışlar :D
her sene, kadıköy'e gelirken;
geliyoruz ulan,
yakacağız ulan,
bitireceğiz ulan,
bu sefer başka ulan hikayeleriyle gelen gelen heyecanlı gençler! yine başlamışlar.
hani ne kaldı şunun şurasında 3 hafta.
az daha sabredin.
ama biz biliyoruz ki;bu işin tılsımı da bu zaten.
gs'lıların çook önceden havaya girip, götünün kalkması ve günü gelince de o götün standart pozisyona inmesi.
bu sefer basketteki yenilgi dolayısıyla biraz erken başladınız diyelim ama sonuç yine aynı olacak, kaçış yok.
geliyoruz ulan,
yakacağız ulan,
bitireceğiz ulan,
bu sefer başka ulan hikayeleriyle gelen gelen heyecanlı gençler! yine başlamışlar.
hani ne kaldı şunun şurasında 3 hafta.
az daha sabredin.
ama biz biliyoruz ki;bu işin tılsımı da bu zaten.
gs'lıların çook önceden havaya girip, götünün kalkması ve günü gelince de o götün standart pozisyona inmesi.
bu sefer basketteki yenilgi dolayısıyla biraz erken başladınız diyelim ama sonuç yine aynı olacak, kaçış yok.
KALE arkası!
türkiye'de tribüncüler daima tribünün merkezi kabul edilen maraton , kapalı orta diye tabir edilen yerlede konuşlanmıştır.çarşı,ultraslan(eski yerindeyken), ve bir sürü anadolu tribünleri bu merkezde yer almıştır.
yani stadın kalbinden bütün stadı yönetme kolaylığı seçilmek istenmiştir.
tabi değişen dünya düzeninde endüstriyel futbola karşı ,ultras hareketler curva oluşumu denilen kale arkası mevzilenmesini daha bir ön plana çıkarmıştır.
şimdi kale arkası ile maraton diye tabir edilen yerleri kıyaslamanın manası yok, bariz bir şekilde maraton çok daha efektif bir yönetim kolaylığı sağlar.
ancak yukarda bahsettiğim gibi, bilet fiyat farklılıkları ve sınıf farkı belirginleşmeleri tribüncü kesimi kale arkalarına mahkum etmiştir.
Fenerbahçe tribünleri , stadın maraton tribünü yıkıldığında zorunlu bir şekilde migros denilen tribüne göç ettirilmiştir hep bir geri dönüş umuduyla.
o gün ;
belki de Curva oluşturma amacıyla, belki de tamamen sebepsiz bir ayrılıkla ,
CK ve UNIFEB telsim(okul açık) tribününün yolunu tutmuşlardı.
şu gün geldiğimiz noktada,
türkiyenin gerçek manada en iyi Curva oluşumu yeni TT tribününde(okul açık) inanılmaz icraatlarla göze çarpıyor.
yıllardır yaptıkları mükemmel koreografilere bir yenisini daha eklediler.
bu sefer sayısız sopalı pankartlarla açık tribünün üst tarafını bembeyaz eylediler.
şimdiye kadar yaptıkları pankartlar binlerce kilometreyi buldu.
son sopalı pankart da mükemmeldi.
emeği geçenlerin eline,koluna sağlık, kesesine bereket.
teşekkürler CK,UNIFEB ve artık Vamos Bien!
Bir başkadır Damir Mrsic!
bugünkü FB-gs basket maçı sonrası bloglara ve diğer haber sitelerine baktım ,
damir'in taraftarın huzuruna çıktığı resmi bir tek fenerbahce.org'da gördüm.
yine acayip bir şekilde aldı götürdü beni.
acayip bilekleri vardır.
çok maç almıştır o bilekler , attığı sayısız 3'lüklerle.
bir beşiktaş maçında 42 sayı attığını hatırlarım mesela.
veya geçen sene efes maçından sonra, kameramanın üzerinden ''tazeledik'' yapışı vardır ki; GIF resimleri halen msn resmimi süsler.
damir benim için koca bir yürek demektir.
inanılmaz konsantre olur maça,
öyle ki solomon'un yeteneklerine rağmen lakayıtlığı beni hep sinir etmişti damir yedek kaldıkça.
taraftara kulak verişi de onun o kocaman yüreğinin tezahürüdür.
büyüksün damir!
Vefa
gereksiz yere saçma yazılar yazmamak için öğlenden akşama kadar okudum da okudum.
birikmişti zaten okumalar.
o site bu site gezdim de gezdim.
en sonunda facebook'da bir fotoğraf albümü görünce eski günler aklıma geldi.
fotoğraftaki eleman lisede bizim yancılığımızı yapmış , o zamanlar peşimizde kılkuyruk olan bir ezik.
zaten tarife gerek yok.cam gibi belli oluyor resimde, tarifini yapmayacağım.
aklınca Fenerbahçe'nin avrupadaki maçında yanında erkek olan hatunların önünde fotoğraf çektirip, sonradan altına beyni belaltından işlercesine yazılar yazarak Fenerbahçe'ye gider yapmaya çalışıyor.
neyse bu resmi koyduğu günlerde arkadaş farzediyor facebook denilen icat bizi.
ama nerdeee?
aklı 17 yaşından sonra istanbul'da gittiği üniversitede youtube'un türk gençliği üzerindeki yan etkilerinin belirmesiyle belaltında kalmış bir zavallı.
nedir seni bu kadar sinirlendiren Azap diyeceksiniz bana şimdi.
şudur ki, hayatı boyunca insanlarla ilişkisini menfaat ve minnetten öte, vefa ve sadakat üzerine kurmuş bir insanım.
büyüğüme saygısızılık etmemişimdir , küçüğümü katiyen ezmemişimdir.
kimseden yapmacaık bir saygı göstermesini de beklememeişimdir.
insanların birilerini sevmeme özgürlükleri vardır.
ancak onca sene(4 sene) kılkuyrukluk yaptığın, götünden ayrılmadığın, zamanında abi abi diye yalvarıp yakardığın insana , facebook, youtube tribüncülüğü üzerinden gider yapmaya çalışınca adamın şalterini attırırsın.
tuttuğunuz takımın ezikliğini hissetmenize inanın bir tribün sever olarak üzülüyorum.
bunu sözde deSibel palavralarıyla, küfür avuntularıyla üzerinizden atmanıza imkan yok.
kolpa grubunun şişirme reklam politikalarının bir genci daha perişan ettiğinin güzel bir örneğini, vefasızlığın vücut etmesiyle tekrardan görmüş olduk.
insanların kişiliğini bozuyorsunuz, adamlıklarını unutturuyorsunuz, bir insanı daha mahvettiniz.
sevsinler sizi!!
27 Şubat 2010 Cumartesi
Mutluluk ve Huzur
Neredeyse 1 hafta oldu yazmayalı.
hiç takip eden yok ki :D, neredesin diye mesaj atan olsun.
neyse işler yavaş yavaş yoluna giriyor.
ev halloldu.internet tamamdır.okumalar hızlanacak ve analiz yazılar başlayacak.
Huzurlumuyum bilmiyorum,daha huzurlu olduğum zamanları hatırlıyorum.
şimdilik önümü o kadar net göremiyorum ama ne yalan söyleyeyim mutluyum.
normalde bütün gün beraber olacağım insanlara daha yakınım, ve güneş daha bir yakınımdan doğuyor artık.
neyse daha fazla sıkıcı bir yazı olmadan noktalayalım.
geri döndüm.
ve devamı gelecek.
18 Şubat 2010 Perşembe
Hafıza tazeleme v2 -İsrail- Türkiye
23 Şubat 1996 : Türkiye - İsrail askeri eğitim ve işbirliği antlaşması imzalandı.''
ee ne varki bunda?
işte bamteli:
''24 Aralık 1995 : Genel seçimler yapıldı. RP: %21.1 ile birinci parti olurken, ANAP ikinci, DYP ise üçüncü parti oldu.
26 Aralık 1995 : TÜSİAD, tarihinde ikinci kez, gazetelere verdiği ilanla sağduyu çağrısı yaparak ANAP-DYP Koalisyonunun kurulmasını arzuladığını açıkladı.
4 Mart 1996 : Türkiye - İsrail savunma sanayi antlaşması imzalandı.
6 Mart 1996 : Mesut Yılmaz’ın Başbakanlığında 53. Hükümet kuruldu. Kabinede 17 DYP’li ve 15 ANAP’lı Bakan yer aldı. (ANAYOL)''
sanırım fotoğraf artık net. eksik kare yok!
Hafıza tazeleme
''8 Nisan 1995 : PKK Lideri Öcalan ve yüzlerce teröristin Kuzey Irak'a yapılan harekattan bir gün önce Suriye'ye kaçtıkları anlaşıldı!!!''
bu spot 1923-1998 almanağında rastladığım ve dikkatimi çeken sadece bir cümleydi.
o tarihlerde bendeniz halen ilkokul çağlarındaydım.ancak eskiden beri güncel mevzuları hep izleyip takip etmişimdir.
bu operasyon haberini kim verdi kamuoyu bilmiyor ancak elbet bir bilen vardır.
ancak şu bir gerçek ki, o günlerde askerimiz her kuzey ırak operasyonunda en az 100-200 teröristi imha ederek müthiş bir azim ve kararlılıkla işin üzerine gidiyordu.
tabi baktılar, pkk neredeyse bitti bitecek, yönetim kadrosuna sıra geldi.
ee ne yapacaklar.tabii ki teröristten öte hainler hainliklerinin hakkını verip haber uçurdular ve bu terörü ülkenin başına bir 15 yıl daha bela ettiler.
yoksa bu haberi veren öcalan suriyede iken 3 kişilik özel ekibin yapacağı operasyon haberini veren aynı kişi mi?
kurtlar vadisi gladio filminde bu olaya bir sahnede yer veriliyor.
gerisini;
bilmiyoruz, duymadık, görmedik.
öyle olsun bakalım. elbet bir gün gerçekler günyüzüne çıkacaktır.
bu spot 1923-1998 almanağında rastladığım ve dikkatimi çeken sadece bir cümleydi.
o tarihlerde bendeniz halen ilkokul çağlarındaydım.ancak eskiden beri güncel mevzuları hep izleyip takip etmişimdir.
bu operasyon haberini kim verdi kamuoyu bilmiyor ancak elbet bir bilen vardır.
ancak şu bir gerçek ki, o günlerde askerimiz her kuzey ırak operasyonunda en az 100-200 teröristi imha ederek müthiş bir azim ve kararlılıkla işin üzerine gidiyordu.
tabi baktılar, pkk neredeyse bitti bitecek, yönetim kadrosuna sıra geldi.
ee ne yapacaklar.tabii ki teröristten öte hainler hainliklerinin hakkını verip haber uçurdular ve bu terörü ülkenin başına bir 15 yıl daha bela ettiler.
yoksa bu haberi veren öcalan suriyede iken 3 kişilik özel ekibin yapacağı operasyon haberini veren aynı kişi mi?
kurtlar vadisi gladio filminde bu olaya bir sahnede yer veriliyor.
gerisini;
bilmiyoruz, duymadık, görmedik.
öyle olsun bakalım. elbet bir gün gerçekler günyüzüne çıkacaktır.
REİS
Adanmış hayatlar vardır. kendi davası adına göze alamayacağı şey yoktur adanmışların.
sevmekten ötedir adanmışlık.
neler söylediler neler onun hakkında.
ne iftiralar atıldı, ne çamurlar atıldı, ne kahpelikler yapıldı.
önce sustu, ve ''susmak çok şey anlatmaktır'' dedi.
ancak iş gayretullaha dokununca artık hz. Ali'nin sözünü kulağına küpe etmiş adam; ''Haksızlığa boyun eğen hakkıyla birlikte şerefini de kaybeder” demiştir ve zaman susma zamanı, pısma zamanı değildir demiştir.
haksızlığa boyun eğmemiştir.
ağzından çıkan her kelimeyi emir telakki eden bir kitleye karşı hep sorumlu davranmıştır.
''kardeşlerimizin bir tanesinin bir damla kanı dünyadaki her şeye bedeldir'' demiştir.
kendisini davasına adamıştır.
nedir bu dava sevdiği uğruna eğilip bükülmeden dimdik bir şekilde haksızlığa boyun eğmemektir.
sevmiştir Fenerbahçeyi.uğruna nelerden vazgeçmemiştir ki.
yine iftiralar, karalamalar biri bin para...
menfaatçi demişlerdir, rançı demişlerdir.
evet menfaat ;antalyada polisin gözü deönmüşçesine salladığı joplara karşı koymaktır,ayağının üstünden geçen polis motorsikletinin ardından kardeşlerinin kucağında ambulansa taşınmaktır.
evet menfaat; ertesi hafta gaziantep maçında sargılı ayağı ve koltuk değnekleriyle Fenerbahçeyi yalnız bırakmamaktır.
evet menfaat; 12 saatlik yolculuğun ardından trabzonun girişinden keyfi bir şekilde geri çevrilmektir.
evet menfaat; manisada Fenerbahçeye laf edenlere haddini bildirirken ömür boyu aleyhinde tek laf etmediği, asla el kaldırmadığı polisin tarifsiz darbelerine, acımasızlığına maruz kalmaktır.
evet menfaat; yasaklı bir şekilde giremeyeceği deplasmanlara 10-15 saat yolculuklarda kardeşlerine yoldaşlık etmektir.
evet menfaat; reklam yapmadan adam gibi yaşamaktır.
evet menfaat; kardeşlerini şirke sokmamak için üzerinde ısrar edilen bestenin söylenmesine engel olmaktır.
evet menfaat; zalime zalimsin demektir.
senden sevgi gördük, saygı gösterdik Reis.
ömrümüz vefa ettikçe senin gibi bir insanın yanında olma şerefini yaşamaya çalışacağız.
ADAM OLMAK SUÇ MU REİS BİLMESİNLER ALLAH BİLİR ...
17 Şubat 2010 Çarşamba
Anadolu tribünleri v3-Göztepe
Karşıyaka tribününü değerlendirdiğim yazıda belirtmiştim bir kez daha söyleyeyim, ikisini kıyaslarsak Göztepe açıkça daha iyi bir deplasman tribününe sahip.
tabi daha kesin bir değerlendirme için izmirdeki durumu bizatihi izleyerek konuşmak daha rasyonel olur.
ancak deplasmanda göztepe karşıyakadan açıkça daha iyi bir tribün.
gelelim göztepe tribünlerine, geçen sene nisan ayında güzel bir ankara baharında göztepe cebeci inönü'de ismini şimdi hatırlayamadığım bir takımla maç yapmıştı.(şimdi geldi aklıma: ankara demirspor.)
sayıca sağlam gelmişlerdi.600-700 civarı insan vardı tribünde ancak şunu belirtmeliyim ki, ankaradaki göztepeliler de maça organizasyon yapmışlardı(zaten ben gördüğüm ilan haberiyle maça gittim).
maça biraz geç girebildim, ancak çok sağlam bir başlangıç yaptıkları stadın dışına taşan sesleri ile kendini belli ediyordu.
başını göğe kaldırarak (kurt uluması gibi) besteleri başlatan bir çocuk maçın son 20 dk.sı fotoğraf çekmeye başladı.şaşırdım kaldım.
tribün lideri, amigo gibi birşey yok o da çok garipti.
aslında iyi bir sistem uyguluyorlardı, hadi hadi bağırın diyen yok, ya herkes gönülden coşkuyla bağırıyor ya da hepsi birlikte susup maç izliyorlardı.
evet dediğim gibi son 20 dk. hakeme sövme kayma, sahadakine ''hadi lan koş oğlum'' demekle geçti ve hiçbir beste girilmedi. demek ki izmir tribünlerinde bu bir alışkanlık son 20 dk,30 dk ses çıkarmamak.
belki ben alışkın değilimdir ondan bana garip geliyor.bizim tribünle kıyaslama doğru olmaz ama 2-3 saniyelik bir duraksama olsa anında 4 yerden beste girilmesine alışkınız tabi, böyle 20 dk sus pus oturan görünce insan şaşırıyor.
göztepe tribüncüleri birbirine çok benziyor sima, stil, ve imaj olarak.
sarışın çocuklar, saçlar dik dik, genelde küpeli veya aksesuarlı, az bir orta yaşlı olanlar da at kuyruğu bırakmışlar.
karşıyakadan daha genç bir tribün.yani yaş ortalaması daha düşük.
bir diğer izlenimim de takımın ligdeki durumunu çok iyi biliyorlar, rakipleri çok iyi takip ediyorlar.
bestelerin arasından bir kaç tane beğendiğim vardı eğlenceli olan.ancak bestelerin %80 i sitem dolu besteler(bilmem kaç senedir şampiyonluk yok falan filan).
yani sahaya dönük, futbolcuyu gazlayan, takımı şahlandıran atağa kalkınca coşan besteler neredeyse hiç yok.
yine de coştuğu anlarda iyi bir tribün olarak aklımda kaldı göztepe tribünleri ve bestede sürekliliğe daha dikkat ederlerse daha iyi bir tribün olacaklardır.
ve bir de maçın sonunda kesilmeler olmazsa tabi!
Not: izmirin siyaseten duruşu belli olmasına rağmen, iki tribünde de (karşıyaka ve göztepe) hiç siyasi eğilimi hissettiren bir slogan, mesaj, söz , beste yoktu.
çok enteresan geldi bana.
yılmaz özdil'in izmir'i bu olamaz :D
Anadolu tribünleri v2-Karşıyaka
Karşıyaka-Göztepe. izmir için merak ettiğim 2 öge.
İkisinin de ankara deplase tribününde bulundum.
Hemen söylemek gerekirse Göztepe'nin daha iyi bir tribünü var. ancak karşıyaka'nın ankara deplasmanında biraz olsun mevsim handikapı vardı.
ayrıca, geçen seneye kadar üstü kapalı , şeref tribünün üstü deplasman seyircisine verilirken, bu sene karşıya sürdüler bütün deplasman taraftarını cebeci inönüde.
ankaranın bu seneki en soğuk kış gününde, ince bir yağmur ve durmak bilemeyen sert bir rüzgarın olduğu bir günde hacettepe ile maç yaptı karşıyaka. aşırı soğuk tribünleri hareketlendirmesi gerekirken ısrarla maç izlemek istedi onca yoldan gelmiş izmirin karşı yakalıları.
son 30 dakika zaten hiçbir tezahürat olmadı.yaklaşık 600 kişi gelinmişti ancak bağıran adam en fazla 100'dü.çok garipsedim.yazık yani o kadar yoldan gelmişsiniz, hava da soğuk başka çare yok, ya zıplayacaksın, ya da bağıracaksın.
eve geldiğimde ayaktan itibaren donmuş vaziyetteydim.allahtan atkımı götürmüştüm de kafama sardım saçlarımı az da olsa yağmurdan koruyabildim.ancak burun çeşme gibi akıyordu.
neyse karşıyaka belli ki izmirde evinde güçlü ama iyi bir deplasman tribünü yok.
ancak dikkatimi çeken en önemli husus ise göztepeye göre yaş ortalaması yüksek bir tribün bunu da belirteyim.
benim için hayal kırıklığı oldu karşıyaka tribünleri.
bağırma yok.orjinal kendilerine has beste 2 tane söylediler. gerisi klasikler albümü.
ayrıca bir diğer eleştirim de şu olacak;
aşkın kanununu melodili bestelerinde ''süper lig hasreti'' diye bir tamlama geçiyor ve çok soft olmuş.
aşk, tutku, hasret kavramları en kötü bu kelimelerle anlatılabilir herhalde.
ispanyol olsalar ''la liga umudu'', ingiliz olsalar ''premier lig aşkı'', italyan olsalar '' seri A hasreti'' mi diyecekler? gördüğünüz gibi çok komik duruyor.
sonuç olarak tavsiyelerim:
-soğuk deplasmanlar çok büyük çılgınlıklara neden olmuştur her zaman, bunu değerlendirin,
-bestelerin sözlerini gözden geçirin,
-bestelere katılım yüzdesi çok düşük bunu artırın,
-oldukça az spontane tepki gelişiyor, bunu artırmaya bakın,
-iyi kötü geçmişten gelen bir namınız var, bunun hakkını verin.
şimdi bu yazıyı okuyacak bir karşıyakalı, sen kimsin de bize sallıyorsun diyebilir.
ben zaten tribünü seviyorum,
türkiyede zamanında bir tribün kültürü var olduğu söylenen bütün tribünleri fırsat buldukça izliyorum takip ediyorum.
kendimce de eksik gördüğüm yanlarını dışardan birinin gözüyle belirtiyorum ve belki eleştiriye açık bir yönleri varsa kendilerine katkım olur.
Anadolu tribünleri v1-Kocaelispor
kocaelispor denilince aklıma uzun saçlı, şişman forvet Faruk Yiğit( http://www.youtube.com/watch?v=9vuTIgO6BBE ) aklıma gelir. kocaelispor'dan fenerbahçeye büyük umutlarla gelip hiç bi bok yapmadan fenerbahçe'den gitmişti.
neyse mevzu o değil.
kocaelispor'un 1989'da kurulduğunu iddia eden bir grubu var .adı hodri meydan.
bizim Dzeko'nun davetiyle geçen sene ankaragücü kocaelispor maçına gittik.
tabi kocaelispor izlemek derdinde değildim.
sene başında kocaelispor fenerbahçe maçında büyük bir tribün duruşu göstererek fenerbahçe tribünlerine bilet konusunda çok büyük adamlık yapan hodri meydanı izlemekti derdim.
ankaragücü kongre yapmış yeni yönetim deplasman takımına 900 bilet sınırlaması getirmişti, halbuki o haftaya kadar ankaradaki bütün maçlarda bütün saatli kale arkası deplasman takımına verilirdi.
tabi bizim de haberimiz yok.stada bi geldik ki bilet milet kalmamış, çok kalabalık gelen kocaelisporlularun bir kısmı bile kocaeli tribününe giremeyip, ankaragücü tarafına bilet aldılar tıpkı bizim gibi.
ilk defa 19 mayıs stadında maratondan maç izledim bu sayede.ve inanılmaz iyi bir görüş açısı varmış, sol kapalı ve sağ kapalıya bin basar.
gelelim hodri meydana.
keşke o gün uzaktan izlediğim tribünler hakkındaki iyimserliğim cebeci inönü stadında hacettepe kocaelispor maçında içinizden izlediğim maçta kaybolmasaydı.
geçen seneki maçta, gayet sürekliliği olan 900 kişinin %95 katılımıyla söylenin tribün ahengini sahaya fazlasıyla yansıtan harika bir tribün gördüm.
çok takdir ettim, her yerde anlattım.maç günü stad çevresinde yağmacılıktan uzak efendiliğinizi gözümle gördüm.
peki ne oldu bu sene, lig A'ya düşünce insanlık kalitesi de mi düştü.
neden ezan okunurken susacak derecede hassas bir tribün, simitçinin simitine göz diker, çiğköftecinin çiğköftesini yağmalar.
ilk başta;''simitçi 100 milyonun üstü nerde kaldı'' geyik makaraları neden tadında bırakılmadı da simitçinin 100 tane simiti 10 tane simit parasına alındı.
ne diye çiğköftecinin 30 tane dürümü yağmalandı, ve adamı soğuk kış günü ter kan içinde bırakacak kadar acz içine soktunuz.
o kadar mı açtınız.2 TL verecek paranız da mı yoktu?
ayıptır.günahtır.yazık.çok yazık.
hacettepe maçına da hatırı sayılır bir kalabalıkla gelmiştiniz, ancak ben artık size olan sempatimi kaybettim.
tabi bunun sizin için bir önemi yok, ancak bir tribün severi sizi izlerken zevk almaktan artık mahrum ettiniz.
diyecek başka sözüm yok size, inşallah aranızdaki çürük elmaları ayıklarsınız,
90 lı yılların lanet yağmacı tribün kültüründen arınırsınız,
o geçen sene izlediğim karşısındaki 4000 kişilik gecekondu kale arkasını 900 kişi ile bastıran Hodri Meydan olursunuz.
"Allahım! Çok şükür benim kızımmış!"
Başkent Aşkabat'a indiklerinde ciğerlerine bir anda gül kokusu doluverir.
Sonraki gün kadim bilgelin merkezi Merv'in yolunu tutarlar.
Güneşin sıcaklığı dağı taşı eritmektedir.
Öylece çölü beklemektedirler.
İkamet edecekleri evde ise tahayyül edilebilecek her türlü yokluk onları beklemektedir.
Camlar kırıktır, kapılar tam kapanmamaktadır, yemek pişirecek tencereleri yoktur.
Yeni bağımsızlığına kavuşan, henüz kurulmakta olan ülkede mağazalar bomboştur.
Bir kaç gün buldukları bir tencerede pişirip, kapağında yerler.
Çocukların üstü başı kirlenir. Ne bir leğen vardır, ne de su.
"Sırtında ağır bir yük varmışçasına coşkun akan Sakarya'nın" bereketli kıyılarından, bir damla suya hasret kızgın çöllerin ortasına düşmek, ne ağır imtihandır ya Rabbi!
Kirli diye çıkardığı çamaşırları " o kadar da kirli değilmiş" diye tekrar tekrar giydirir çocuklarına.
Yıkanan çamaşırları asacak ip bile bulamaz.
Yatakları olmadığı için, günlerce betonun üzerindeki halı da yatarlar.
Bir sabah, böbreklerinin ağrısı ile uyanır Ayşe Hanım.
Yolda gelirken Eyüp Bey'e, " çamaşır makinesi olsa başka bir şey istemem" demiştir. Şimdi değil çamaşır makinesi bir leğen bile bulamaz.
Ekmek bulmak da zordur.
"Bari un alıp , ekmek yapalım" der, fakat ne çare gelen un kokmuştur.
Eyüp Bey, sabah yedi, gece iki mesaisi yapar.
Yeni açılan okulun hem eksikleri çoktur hem de öğrenciler ilgi beklemektedir.
Bir akşam eve misafirler gelecektir.
Ayşe Hanım, bir yandan eve gelen Türkmen talebelere Kur'an öğretmekte, diğer taraftan mutfağa girip çıkmaktadır.
Bir anlık dalgınlıkla küçük Zeyneb'in bir kuş gibi camdan aşağı uçuverdiğini görür.
Çığlık çığlığa koşar, aşağıya.
Tilla adındaki komşu kadın ondan önce koşar.
Sanki düşen onun çocuğudur.
Nasıl ağlar , nasıl hıçkırır.
Küçük Zeynep kanlar içersinde, baygın yatmaktadır.
Suyla yüzünü gözünü yıkar, Tilla Hanım.
Hastaneye uçururlar.
Doktorlar içeri girip çıkar ama hiç biri Ayşe Hanım'ın yüzüne bakmadığı gibi suratları da asıktır.
Küçük Zeyneb'in durumu ağırdır.
"Dört duvar arasında yatıyor yavrum, dardayım, bana yardım et Allah'ım! Ah Ya Rabbi! Seni ne kadar uzaklarda aramışım ben, meğer ne kadar yakınmışsın. Seni ne kadar yakınımda hissediyorum şu anda kimse bilemez." diyerek gözyaşı döker.
Eyüp Bey bütün aramalara rağmen bulunamaz. Akşam eve ilk kez gelecek misafirler için çarşı pazar, tabak, çanak peşindedir.
Onu bulduklarında önce okuldan bir talebenin düştüğünü sanarak; "Eyvah bu çocuklar bize emanetti, sahip çıkamadık, ya bin bir emekle açılan okulumuzu kapatırlarsa, ya hicretimiz yarım kalırsa" diye acı ve endişeyle kıvranır.
Fakat düşenin küçük Zeyneb'i olduğunu öğrenince;
"Allah'ım! Çok şükür benim kızımmış" diyerek Rabbine şükreder.
Yoğun bakım odasının önünde bekleyen eşinin yüzündeki acıyı görünce anlar durumun dehşetini.
yazının tamamı için : http://www.yenisafak.com.tr/Yazarlar/?i=20895&y=HarunTokakPazar
Sonraki gün kadim bilgelin merkezi Merv'in yolunu tutarlar.
Güneşin sıcaklığı dağı taşı eritmektedir.
Öylece çölü beklemektedirler.
İkamet edecekleri evde ise tahayyül edilebilecek her türlü yokluk onları beklemektedir.
Camlar kırıktır, kapılar tam kapanmamaktadır, yemek pişirecek tencereleri yoktur.
Yeni bağımsızlığına kavuşan, henüz kurulmakta olan ülkede mağazalar bomboştur.
Bir kaç gün buldukları bir tencerede pişirip, kapağında yerler.
Çocukların üstü başı kirlenir. Ne bir leğen vardır, ne de su.
"Sırtında ağır bir yük varmışçasına coşkun akan Sakarya'nın" bereketli kıyılarından, bir damla suya hasret kızgın çöllerin ortasına düşmek, ne ağır imtihandır ya Rabbi!
Kirli diye çıkardığı çamaşırları " o kadar da kirli değilmiş" diye tekrar tekrar giydirir çocuklarına.
Yıkanan çamaşırları asacak ip bile bulamaz.
Yatakları olmadığı için, günlerce betonun üzerindeki halı da yatarlar.
Bir sabah, böbreklerinin ağrısı ile uyanır Ayşe Hanım.
Yolda gelirken Eyüp Bey'e, " çamaşır makinesi olsa başka bir şey istemem" demiştir. Şimdi değil çamaşır makinesi bir leğen bile bulamaz.
Ekmek bulmak da zordur.
"Bari un alıp , ekmek yapalım" der, fakat ne çare gelen un kokmuştur.
Eyüp Bey, sabah yedi, gece iki mesaisi yapar.
Yeni açılan okulun hem eksikleri çoktur hem de öğrenciler ilgi beklemektedir.
Bir akşam eve misafirler gelecektir.
Ayşe Hanım, bir yandan eve gelen Türkmen talebelere Kur'an öğretmekte, diğer taraftan mutfağa girip çıkmaktadır.
Bir anlık dalgınlıkla küçük Zeyneb'in bir kuş gibi camdan aşağı uçuverdiğini görür.
Çığlık çığlığa koşar, aşağıya.
Tilla adındaki komşu kadın ondan önce koşar.
Sanki düşen onun çocuğudur.
Nasıl ağlar , nasıl hıçkırır.
Küçük Zeynep kanlar içersinde, baygın yatmaktadır.
Suyla yüzünü gözünü yıkar, Tilla Hanım.
Hastaneye uçururlar.
Doktorlar içeri girip çıkar ama hiç biri Ayşe Hanım'ın yüzüne bakmadığı gibi suratları da asıktır.
Küçük Zeyneb'in durumu ağırdır.
"Dört duvar arasında yatıyor yavrum, dardayım, bana yardım et Allah'ım! Ah Ya Rabbi! Seni ne kadar uzaklarda aramışım ben, meğer ne kadar yakınmışsın. Seni ne kadar yakınımda hissediyorum şu anda kimse bilemez." diyerek gözyaşı döker.
Eyüp Bey bütün aramalara rağmen bulunamaz. Akşam eve ilk kez gelecek misafirler için çarşı pazar, tabak, çanak peşindedir.
Onu bulduklarında önce okuldan bir talebenin düştüğünü sanarak; "Eyvah bu çocuklar bize emanetti, sahip çıkamadık, ya bin bir emekle açılan okulumuzu kapatırlarsa, ya hicretimiz yarım kalırsa" diye acı ve endişeyle kıvranır.
Fakat düşenin küçük Zeyneb'i olduğunu öğrenince;
"Allah'ım! Çok şükür benim kızımmış" diyerek Rabbine şükreder.
Yoğun bakım odasının önünde bekleyen eşinin yüzündeki acıyı görünce anlar durumun dehşetini.
yazının tamamı için : http://www.yenisafak.com.tr/Yazarlar/?i=20895&y=HarunTokakPazar
Manisa Deplasmanı
http://www.gencfb.org/Video_macin-video-klibi-izle_2009mv.html
bir tribün düşünün ki,
2005'ten sonraki süreçte, ülkedeki bütün tribünler yönetim desteğiyle ayakta kalmaya çalışırken,
bırakın yönetim desteğini, kösteğiyle uğraşıp da sonunda dimdik ayakta olduğunu cümle aleme gösterircesine 1000 kişi istanbuldan manisaya akıyor.
400 kişilik izmir desteğiyle türk tribün tarihinde güzel bir deplasmana daha imza atıyor.
evet fenerbahçe tribünleri geçen sene ankaradaki hacettepe maçından sonra bir kez daha deplasman çılgınlığı yapmıştır manisada.
inanılmaz duygulandım ben bu hafta.
aynı geçen seneki hacettepe maçındaki gibi ''tribün burada dimdik ayakta'' demiştir.
takım da inşallah sahada ettiği mücadelenin karşılığını alacaktır ilerleyen haftalarda.
futbolcular şunu bilmeli ki, taraftar sahadaki mücadeleden memnundur.tabi sahadan galibiyetle ayrılmayı- biliyoruz ki- futbolcular da istiyor ve inşallah o da olacaktır.
manisa deplasmanı hakikaten yolculuğundan tutun , istiklal marşına, omuz omuzasından dönüş yolundaki bestelere mükemmel bir hatıra olarak belleğimize not edildi.
daha keyifli deplasmanlar niyetiyle...
not:resim ariel ortega blog'dan alınmıştır.o nerden almıştır belirtilmemiş.saygılar.
Deplasman Tadı
Bir futbolsever tribün aşkı kanına girince futbolu başka sever.
Her tribüncü de deplasmanı bir başka sever.
bazen toplanma heyecanı,
bazen otobüslere tıkışma,
bazen yolda makara, yeni bestelerin doğuşu,
bazen uykulu gözlerle içilen bir sıcak çay, çorba,
bazen taşlanmış otobüsün kırılmış camından esen 14 saatlik buz kestiren rüzgar,
bazen şarampolün eşiğinden dönüş,
bazen yediğin saçma sapan golün etkisiyle besteye çıldırırcasına yüklenmek,
bazen hay gelmez olaydım, hay sevmez olaydım demektir deplasmanın tadı.
stratejik derinlik
''Rusya'nın NATO'nun genişlemesini tehdit kabul eden doktrini uygulamaya konulurken...
Çok ilginç başka gelişmeler de oluyor.
Mesela...
Hamas liderleri geçen hafta Moskova'daydı! ''
alıntı Tamer Korkmaz'ın yazısından.yine çok farklı bir noktaya dikkat çekmiş.
bir akademisyenin hayatı boyunca arzuladığı en önemli şey kendi teorilerini hayata geçirmektir kendiz tezlerini sunabileceği fırsat bulabilmektir.
Dışişleri bakanı Ahmet Davutoğlu bizim neslin gördüğü en idealist hocalardan biridir.ömrü boyunca arzuladığı dış politika uygulama stratejisini şu an kendisine imkan verilmesiyle yerine getirmenin şevkiyle gece gündüz demeden çalışıyor.
çok gayret ediyor allah var.ve hemen hemen her konuda haklı olduğu da yavaş yavaş ortaya çıkıyor.2006 da Hamas'ın lider Halit Meşal'in Ankara'ya çağırılmasında etkisi zaten biliniyor ve neleri planladığını şimdi yavaş yavaş kafamda oturtabiliyorum.
umarım daha da başarılı olur.
fırtınalar koparsa kopsun!
içimdeki fırtınalar şükür biraz olsun dindi.belirsizlik ortamı az da ols kayboldu.
bundan yaklaşık 3 ay önce yaptığım 45 günlük hayat planlaması, netice itibarıyla planın başarı ile tamamlanmasıyla güzel bir hal aldı.
neydi peki bu kritik 45 günlük kısa bir hayat planlaması?
her şey lisede bizim hagen'in Oktay Sinanoğlu'nun 10 yıllık hayat planlamasını dinleyip ertesi gün okulda bana anlatmaasıyla hatırıma geldi.
o gün 10 yıllık plan uzun değil mi derken, 3 ay önce 45 günlük bir plan yaptım.
hane paylaşım meselesi, günlük tüketim yüzdesi, dönemlik başarı hedefleri başarıyla halledildi.45 günlük süreç aslında hep aksiliklerle başladı.hep aksiliklerle devam etti.fakat enteresandır ki; güzel neticelendi.
o zaman diyoruz ki önemli olan 3 puandı, güzel oyun başka sefere inşallah!
ve artık fırtına dinmişe benziyor, içimde şükürünün eksikliğini farkettiğim bir parça huzur var.umarım gereğiyle şükrünü ve teşekkürünü yerine getiririm.
bir sen eksiktin!
gelenler gidenler,
sağ kalanlar gidenler,
son sözü söyleyenler,
bekleyip görenler,
görüp de üzülenler,
duyup da pişman olanlar,
arayıp bulamayanlar,
sevip kavuşamayanlar,
okuyup anlamayanlar,
görmezden gelenler,
görmezden gelinenler,
bakıp da ah çekenler,
sevip de terkedilenler,
büzüşüp sıvışanlar,
sabah ola hayrola diyenler,
dediği para etmeyenler,
ve aslında olup da olmayanlar için...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)